Page 109 - 1-100

Basic HTML Version

Eğitimde Farklılıklara Saygı ve Uygulamaları
107
Bana göre de de öyle. Oyun yaşamın ta kendisi. Oyun olmazsa hayat da olmaz.
Böyle diyerek yaşamı ciddiye almadığımı sanılmasın. Aksine böyle diyerek çok
daha önemsediğimi sanıyorum. Yaşamak ciddi bir iştir demiş ya Nazım. Öyledir.
Öyledir de yaşamın bir oyun olduğunu kavrayıp algılayabilmek iki kere ciddi bir iştir.
Ve de ümitli bir iştir.
Neden mi? İnsanı insan yapan da sanattır da ondan. Güzel sanatları dışında
bıraktığınızda insandan geriye ne kalır ki? Koca bir hiç! Ama nedense insanlar hem
sanatan hem de oyundan yaşlar ilerledikçe uzaklaşırlar. Sanatçılar hariç. Nedeni de
yaşlar ilerledikçe oyun oynamaya karşı ilgi ve isteklerinin giderek azalıyor olması.
Sanata en büyük ilgiyi, oyun oynamayı bir iş olarak gören çocuklar gösterirler.
Anneler çağırdığında ‘işim varrr!’ demezler mi? İşim var dediklerinde biliniz ki oyun
oynuyorlardır. Çünkü çocukların en önemli işi oyun oynamaktır. Şöyle biraz(!) gerilere
gittiğimiz, insanın gerçekleştirdiği aşamalara şöyle bir göz attığımız zaman oyun
oynamanın ve güzel sanatların insanı nerelere taşıdığını kolaylıkla görebiliriz.
Bana ayrılan süre içinde özellikle tiyatro sanatı üzerinde durmak istiyorum:
Bence insanların gelişimine en büyük katkıyı sağlayan sanat dalı tiyatro sanatı
olmuştur. Bilimsel izdüşümü de binlerce yıl sonra psikoloji bilimi olarak ortaya
çıkmıştır. Psikoloji bilimi de tıpkı tiyatro sanatı gibi en geniş anlamda insanların
duygu, düşünce, istek ve özlemlerini; kendileri ve çevreleri ile çatışmalarını irdeler.
Tiyatronun -ve de sanatın – farkı, var olan ile var olması gereken, özleneni
,duyumsananı, sezinleneni ele alıp tartışmasıdır. Tiyatro, ben’in dışındaki benlerle
buluşur, empati yapma olanağını sağlar insanı ve toplumları arındırır.
Günümüzden 3000 sene öncesinden başlayarak Oidipus ve Elektra komplekslerimiz
mitoloji ve Sofokles tarafından sağaltılmıştır. İnsanların istemedikleri, kaçındıkları
şeylerle; yasak olanla kendi iradeleri dışında da karşı karşıya kalabileceği anlat-
maya, yasak ve kural dışı olanın da her şeye rağmen cezalandırılacağı anlatılmıştır.
Bildiği gibi Oidipus kahinin kehanetinin gerçekleşmemesi, annesiyle evlenmemek
için yaşadığı sarayı yeri terk etmiş; sonunda bilmeden öz babasını öldürmüş ve
annesiyle evlenip iki çocuk sahibi olmuştur. Yazgıya karşı koyamamıştır. Bu ve var
olan ile var olması gereken, özlenen, sezinlenen arasındaki nice serüven sanatın
topluma ve insanlığa sunduğu en büyük bir armağandır.
Tiyatronun eğitici ve moral yönü, tiyatroyu M.S 200 yılında yasaklayan ve “Şeytanın
Kilisesi” olarak tanımlayan Katolik kilisesi tarafından keşfedilmiştir. Yüzlerce yıl
tiyatroyu yasaklayan, tiyatro ile savaşan, tiyatro oyuncularını vaftiz etmeyen Katolik
kilisesi sonunda pes etmiş; tiyatro sanatı aracılığı ile incili öğretme yolunu seçmiştir.
Hazreti İsa’nın yaşamını konu alan İncil’deki öyküler kiliselerde sahnelenmeye
başlanmış, rahipler de bu “morality” oyunlarında oyuncu olarak rol almışlardır. Orta
Çağda tüm Avrupa’da görülen bu “kilise tiyatrosu” daha sonra kilisenin dışına taşmış
ve tiyatro Antik Çağda olduğu gibi laikleşerek kilisenin dışına çıkmıştır.