Page 32 - 1-100

Basic HTML Version

seninle çalışamayız” diyor. Yani bu yaygın önyargılar ve kalıpyargılar yüzünden,
dünyanın en dürüst romanı olsanız dahi iş bulmanız mümkün olmayabiliyor. Sorun
budur.
Bu alandaki literatüre bakıldığında önyargı ve ayrımcılık ile ilgili ilk çalışmaların 20.
yüzyılın başlarında yapıldığını görürüz. Amerika’da siyahlara uygulanan ayrımcılık
ve özellikle Avrupa’da Nazilerin yaptığı soykırım, bilim insanlarını önyargı ve
ayrımcılığı anlamaya yöneltmiştir. 1920 ve 30’lardaki çalışmalarda önyargılar,
normal olmayan, patolojik bir durum gibi kabul edilmiştir. Bunların ancak sağlıklı bir
yetişme ortamında büyümeyen insanlarda görüleceği ileri sürülmüştür. Ancak
1960’larda özellikle bilişsel psikolojinin gelişmesiyle, zihnimizin yapısı itibariyle
insanları kategorize ederek çalıştığı ileri sürülmeye başlandı. Yani, insan zihni,
hayatını sürdürebilmek için karşısındaki grupları (nesneler ve her şeyi) anlamlan-
dırmak, kategorize etmek zorundaydı. Bizlerin zihin yapımız itibariyle diğer insanları
doğal olarak sını andırdığımız iddiası, kalıpyargılar anlamak için önemli bir adımdır.
Ben de bu konuşmayı yaptığım salona baktığım zaman, örneğin, ister istemez “yaşlı
öğretmenler”, “genç öğretmenler”, “tanıdığım, tanımadığım öğretmenler”, “başı kapalı
olan, olmayan öğretmenler” diye sını andırıyorum. Ve bu gruplar ile ilgili farkında
olsam da olmasam da bazı bilgilerim ve kalıpyargılarım var. Buna ayrımcılık
literatüründe sosyal kategorizasyon deniyor. Yani, zihminiz karşımızdaki anlamlan-
dırmak için zorunlu olarak bir kategorizasyon/sını andırma yapıyor ve kalıpyargılarla
algılıyor. Bu yüzden “kalıpyargılar kaçınılmazdır” diyenler de vardır.
Peki, kalıpyargılar kaçınılmazsa, sorun nedir? Sorun, basitçe toplumdaki kalıpyagıların
bizi etkilemesi ve ayrımcılık üretmesidir. Kalıpyargıların kendini bazen doğrulayan
bir mekanizma ürettiğini de söylemek gerekir. Bunu bir örnekle şöyle açıklayabiliriz.
Kız öğrencilerin matematikte başarılı olamayacağını düşünen bir öğretmen hayal
edelim. Yani öğretmenin “erkekler matematikte daha başarılıdır” gibi bir kalıpyargısı
olsun. Bu öğretmen, kendisi farkında olmasa da kız öğrencilerine matematik dersinde
erkeklerden daha az yardım edecektir; hatta kız öğrencilerinin gözüne bakarken bile
“sen aslında başaramazsın” mesajı verebilir öğretmen. Sene sonunda, kızlar başarılı
olamazsa, öğretmen de “gördünüz mü, kızlar başarılı olamazlar demiştim” diye
düşünülebilir. Oysa burada başarısızlığı üreten, kızların gerçekten başarısız olması
değil, öğretmenin bu doğrultudaki kalıpyargısıdır. Bu, kendini doğrulayan kehanettir.
Dolayısıyla ayrımcılıkla mücadelede kalıpyargıların farkında olunması, kalıpyar-
gıların nasıl kırılabileceğiyle, nasıl esnetilebileceğiyle uğraşılması gerekir.
Aslında insanlar kalıpyargılara uygun davrandığında toplumda bir sorun olmaz. Yani
romanlar/çingeneler, çiçek satıp, çalgıcılık yaptıkça sorun yoktur. Ama öğretmen ya
da milletvekili olmak istediklerinde diğer insanlar bunu sorun olarak görmeye başlar.
Kadınlar da kendilerinden beklendiği gibi hemşire, öğretmen, ev hanımı olarak
çalıştıkları, erkeklerin alanı olarak düşünülen alanlara girmedikleri taktirde sorun
olmaz. Ama kadınlar eşitlik talep ettiklerinde, “erkek mesleği” olarak görülen meslekleri
talep etmeye başladıklarında kalıpyargılar ve tabii ayrımcılık mekanizması güçlü bir
şekilde işlemeye başlar.
30
Eğitimde Farklılıklara Saygı ve Uygulamaları